Mitera 1905 konuklarına bambaşka kayıp bir dünyanın kapılarını aralıyor. Tarihin ve yaşanmışlıkların üzerinin örtülmediği, ütopik bir kurguyla yaratılmış bir bütünün içerisinde soluk almanızı sağlıyor.

Hiçbir zaman yeniden var olmayacağını ve tekrarlanmayacağını bildiğiniz bir masumiyet duygusuysa aradığınız, doğru yerdesiniz.

112 yıllık bir Rum taş evin uzun soluklu bir restorasyon sonrası dönüştüğü Mitera 1905, sizi "Şimdi Evimdeyim" adlı kitabın satırları arasında Urla'da geçmişle ve bugünle buluşturmaya hazır.

Rumca "Anne-Valide" anlamınında kullanılan Mitera'da ben annem ile yeniden buluşurken, bu çok özel Konukevi'ni ve hayallerimi tüm annelere ithaf ediyorum!

Hayal edin ve yaşamınız hayallerinizin rengine boyansın...

LEVENT

Teknenin dümeni Çıplak Ada’ya dönmüş yine. Az biraz kala gün ağarmaya, evlatlar tencere kapağına vurulan kepçenin sesiyle kaldırılmış, yanında kırmızı yanaklarıyla gülümseyen baba yüzüyle.

 

Üçüncü kuşak olarak hayalini kurduğum köklerime yolculuk 22 Nisan 2015 Cumartesi sabahı başladı. Yanımda büyük kızım, Girit’te izlerimizi bulmak üzere Lozan Mübadilleri Vakfı ile birlikte yola çıktık.

Daha önce birbirini tanımamış ama gözlerinin içinde aynı hüzünlü arayış olan kırk kişi kadardık. Açık renk tenler, mavi gözler ilk bakışta “Yalnız değilsin” dercesine sessizce çığlık atıyordu sanki. Kırk sekiz yaşımda elimdeki çillere, ruhumun bitmek tükenmek bilmeyen özgür hislerine yolculuk yapıyordum...

Nasıl oldu, ben de anlamadım bu defa. Ocak ayının üçüncü haftasonu, pazar sabahı sıcacık yatağımdan kalktıktan on beş dakika sonra, ikimiz de valiz hazırlarken bulduk kendimizi. O zemheri soğuklar biraz olsun geride kalmıştı, küçük evlat kapıdan yüzünü şöyle bir gösterip tekrar yuvasına uçmuştu. Ayın son haftasına giriliyor, işler evde ve şehirde bize biraz olsun nefes aldırıyor gibiydi ki biz yirminci dakikada nereye gittiğimizi bilmeden arabamızla köy yolunun yağmurla aşınmış asfaltındaydık.

TURUNÇ KOKUSU

 

Kokusunun büyüsüne kapılıp başka diyarlara gitmekti bana kalan. Sabahın taze havası, pencereden içeri dolan bir nefes ferahlık yolculuk yaptırdı yine çocukluğuma.

Dört katlı bahçeli evin misafir odası, masif kolçaklı el oyması sandalyeler, adanın kadınlarının günü bitirirken ellerini sürdükleri ipek yumağın aldığı mucizevi haller, iğne oyasından danteller, camekânlı sürgü kapaklı ceviz dolap, goblen koltuk üzeri bizoteli aynadan yansıyan bir lokma lezzet, babaannemin tenindeki karanfil kokusu, parlak yağlıboya duvar üzerinde dedemin fırça darbeleriyle yarattığı uzun boyunlu, omuzları açıkta kadın tablosu, havada uçuşan Rumca kelimeler, gül motifli gümüş tepsi, iki adet kesme kristalden su bardağı... Birinin içi gümüş tatlı çatallarıyla dolu, diğeri ise cam gibi temiz suya boğulmuş.

Belki de yaşadığımız coğrafyanın, bu civar dağların hikâyesinden yeniden ilham almak için bu sayfalardayız şimdi, kim bilir?

Her birinin aroması ve kokusu farklı olan “otların masalını” yazıyoruz birlikte... Farklı kültürlerin tencerelerde eritildiği ve aynı masalarda paylaşıldığı Urla’dayız.

Şu ayak bastığımız coğrafyanın kaderinde seyretmek varmış dedemin çocukluğunu...